Aslında nicedir mazlum coğrafyalarla ilgili bir yazı serisine başlamaya niyetim vardı. Ama bir türlü hangi coğrafyadan başlamam gerektiğine karar veremiyordum. Nasipte Filistin ile başlangıç yapmak varmış.
Malum geçtiğimiz ay Ramazan ayıydı ve her sene özellikle bu ayda İsrail’in zulmü artar Müslümanların Mescid-i Aksaya girmeleri yasaklanır, hakları gasp edilir hatta daha da ileri gidilip masum sivil halka ateş açılır. Bunlarla ilgili haberleri izleriz, kınarız, lanetleriz ve daha sonra hiçbir şey yokmuş gibi hayatımıza geri döneriz. Çoğumuz doğal olarak şunu der “Ne yapabiliriz ki, biz öğrenciyiz gücümüz neye yeter?’’ Doğru ama belli ki kınamak ya da boykot etmek yetmiyor. Kendimi bildim bileli çevremde İsrail kınanıyor, malları boykot ediliyor, herkes kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Yanlış anlaşılmasın elbette bu da bir mesajdır, başkaldırıdır ve çok kıymetlidir. Ama sanki biz meseleye çok basit yaklaşıyoruz. Yok saymak, silip atmak, harcamak çok kolay. Mühim olan gerçeklerden kaçarak değil, dimdik durarak kazanabilmek bence. Mesela hepimiz için en doğru örnek olan Peygamber efendimizin Medine pazarını elinde tutan Yahudilere karşı tavrı boykot olmamış. Müslümanlara da kendi pazarlarını kurmayı emretmiş yani alternatif üretmiş. Bu örnekten hareketle biz de kendi seçeneklerimizi üretebilmeli, karşı duracaksak böyle durmalıyız diye düşünüyorum. Hadi her şeyi bir kenara bırakalım, gücümüz ekonomiyi, düzenin çarklarını değiştirmeye yetmiyor diyelim o halde kendimizden başlayalım biz de. İçimizdeki yahudiyi öldürelim mesela. Hadi dönüp kendimize bakalım. Yahudiler gibi mala, mülke, dünya hayatına düşkün müyüz? Ya da gerçekten liyakatli miyiz, hak edene hak ettiğini veriyor muyuz, yoksa kendi çıkarlarımız için başkasının hakkını gasp ediyor muyuz? Toprak için zulmeden İsrail’i kınarken, en basit makam mevki için bile bir başkasına zulmediyor muyuz? “Küçücük çocuğa nasıl yapılır bu ya, vicdana merhamete sığar mı?” derken bize yapılan en ufak bir hataya ne kadar merhamet gösteriyoruz? Kulağa basit geliyor ama dönüp kendimize baktığımızda o eleştirdiğimiz yahudilere ne kadar benziyoruz hiç düşündük mü gerçekten? Belki de bizim sınavımız da budur içimizdeki yahudiyi öldürmektir. Her gün okuduğumuz o fatihaların sonunda Yahudilerin yolundan gitmeyi istemediğimizi belirtiyorsak ona göre davranmalıyız. Hatta İsrail’in fikir babası Theodor Herzl Hatıralar adlı kitabında ilk İsrail bayrağını tasarladığında bayrağın üstünde 7 yıldız olması gerektiğini belirtmiş. Böylece Yahudiler bayraklarına her baktıklarında her gün en az 7 saat çalışmaları gerektiğini hatırlayacaklarmış. Allah aşkına kaçımız kınadığımız İsrail’in önüne geçebilmek için her gün hakkını vererek en az 7 saat çalışıyoruz? Kınamak öyle sadece dille olmaz duruşumuzla, çalışmalarımızla, yüreğimizle, davranışlarımızla da kınadıklarımızdan ayrılmalıyız diye düşünüyorum.
Unutmayalım ki Allah zaten nurunu tamamlayacaktır bize düşen görevimizi hakkıyla yerine getirmek ve yolda olmak. En nihayetinde zafer Allah’ındır, biz seferden sorumluyuz.
Son olarak insanın düşmanını iyi tanıması gerektiğini düşünerek bir kitap önerisinde bulunmak istiyorum. Theodor Herzl’in İsrail devletinin kuruluşundaki çabalarını, hatıralarını bizzat kendi ağzından anlattığı bir kitap: Siyonizm’in ve İsrail’in kurucusu Theodor Herzl Hatıralar ve Sultan Abdülhamid.
Senanur ARGIN