Kategori: Bilimsel

Default Mode Network

‘’İnsan her zaman belirli şartlar altındadır ve bu şartların iyi olarak sınıflandırıldığı dönemler pek nadirdir.’’ diyor İsmet Özel bir kitabında. Son zamanlarda gerek dünyada yaşanan olumsuzluklar gerek sağlık sistemindeki aksaklıklar ve özellikle mesleğe büyük heyecanla başlamış hekim abi ve ablalarımın gün geçtikçe akıl almaz çalışma saatleri ve şiddet olaylarından dolayı enerjilerinin azaldığını görmek beni çok üzüyor. Zaman akıp gidiyor ve her geçen gün nihayiyolculuğumuza bir adım daha yaklaşıyoruz. Hayatta bir amacımızın olması ve o hedef doğrultusunda çalışmak çok güzel. Ayette belirtildiği gibi bir işi bitirince hemen diğer işe koyulmalıyız ama bunu yanlış yorumlamadan. İş kavramı sadece çalışmak, birikim yapmak, kariyer fırsatlarını kovalamak hiç boş durmamak değil. Tefekkür etmek de bir iştir, durup dinlenmek, kendimizi dinlemek,kendi benliğimize vakit ayırmak nefis muhasebesi yapmak da bir iştir hem de ciddi ve zor bir iş. Hatta insan beyninin en aktif olduğu dönemler de işte bu dinlenme dönemleridir. Birçok ünlü keşif hiç hesapta olmayan zamanlarda belirivermiştir. Arşimet hamamdayken suyun kaldırma kuvvetini keşfetmiş, Newton ağacın altında dinlenirken yer çekiminin olduğunu fark etmiştir mesela. Ve benim de bu yazıyı yazmak otobüste ‘’boş boş’’etrafı izlerken aklıma geldi.

 Uykuya daldığımızda veya tavana gözlerimizi dikip hayaller kurduğumuzda ya da derste sıkılıp daldığımızda beynimiz daha mı az çalışıyor? Geçmişte bu gibi durumlarda beynin hiç çalışmadığı veya daha az aktif olduğu düşünülüyordu. Ancak EEG, PET ve nihayet fMRI (fonksiyonel Manyetik Rezonans görüntüleme) sayesinde beynimizde bir sistemin hiçbir şey yapmıyorken yani dinlenirken (düşünmediğimizi sandığımız zamanlarda) aktif bulunduğunu kanıtlanmıştır. Bu sistem ‘’Default Mode Network’’ olarak isimlendiriliyor. DMN de yer alan beynin alanları; medial temporal lob, medialprefrontal korteks ve posterior siyonülat korteksin yanı sıra ventral pruneus ve parietal korteksin parçalarıdır. Bu bölgelerin tümü, iç düşüncenin bir yönü ile ilişkilendirilmiştir. Örneğin, medial temporal lob, hafıza ile ilişkilidir. Medialprefrontal korteks, zihin teorisi, başkalarını kendisininkine benzer düşünce ve hislere sahip olarak tanıma yeteneği ile ilişkilendirilmiştir. Posterior siyonülatın, farklı türden içsel düşünceleri birleştirmeyi içerdiği düşünülmektedir. ÖzetleDMN dinlenme durumlarında aktif olmaktadır; dikkat gerektiren işlerde ise baskılanmaktadır. Ayrıca Alzheimer, depresyon gibi psikiyatrik bozukluklarda da DMN ninçalışması bozulmaktadır.

DMN nin nasıl çalıştığını daha iyi anlamak isterseniz aşağıdaki videoyu izlemenizi tavsiye ederim. https://www.youtube.com/watch?v=6A-RqZzd2JU&t=115s 

Default Mode Network le ilgili bir başka ilgi çekici araştırma ise Güney Kaliforniya Üniversitesi’nde yapıldı. Yapılan çalışmada Amerikalı Çinli ve İranlı 90 kişiden oluşan bir gruba yalan söylemek, boşanmak gibi kişisel konuların ele alındığı 40 hikaye herkesin ana diline çevrilerek okutuldu. Katılımcılar okumalarını yaparken beyinleri fMRI ile tarandı ve bu sırada katılımcılara bazı sorular da soruldu. Sonuç şaşırtıcıydı. İnsanlar farklı dillerde de olsa aynı hikayeyi okuduklarında beyinlerinin aynı bölgesi aktifleşmişti ve bu da bahsettiğimiz DMN bölgesiydi. İnsanların ortak değerler çevresinde birleşebileceğini göstermesi açısından çok değerli bir çalışma bence. Çalışmanın daha ilginç tarafıysa bilim insanları tersine mühendislik tekniğiyle beyin taramalarından elde ettikleri verilere bakarak katılımcıların okuduğu hikayenin ne olduğunu belirlediler. Yani bir anlamda zihin okumaya çalıştılar ve bu bir ölçüde başarılı oldu denilebilir. 

Hepimiz bize verilen işi elimizden gelen en güzel şekilde yapmaya gayret etmeliyiz. Özellikle mesleğimiz insan sağlığı olunca ekstra ihtimam, emek ve çalışma göstermemiz gerektiği aşikar. Ancak zamanımızın hepsini mesleğimize ayıramayız. Sevdiklerimize, hobilerimize, kendimize ve dinlenmeye de vakit ayırmalıyız ki bu vakitler bizi ruhsal olarak besleyerek hem mesleğimizi daha iyi yapmamızı sağlar hem de ‘’tükenmişlik sendromuna’’ girmemizi önler. FredericGros bir kitabında tükenmişlikle ilgili şöyle diyor ‘’Her zaman bir şeyler yapmak, peki ya ‘’olmak’’? Bunu sonraya bırakırız çünkü hep daha iyisi,daha acili ,daha öncelikli olanı vardır. Varolmak yarına kadar bekleyebilir. Ancak yarın da öbür günün işlerini getirir. Bitmeyen karanlık bir tünel.Ve buna yaşamak derler.’’ 

Bu karanlık tünele girmeyelim ve ruhumuzu besleyen bu saatlerden çalmayalım. Her gün mutlaka DMN sistemimizi aktifleştirelim:dinlenelim, anda kalmaya çalışalım, yürüyelim, ağacın altında oturalım, boş boş tavanı izleyelim. Bu şekilde deşarj olarak çok daha üretken fikirlerin ortaya çıkacağına inanıyorum. Yazıma İsmet Özel’in sözüyle başladım yine ondan bir sözle bitirmek istiyorum. ‘’Her çağın meselesi o çağla birlikte yıkılıp gider. İnsan olmanın fazileti nerede ne zaman olduğunu kavramakla elde edilir. Zaman ve mekana hükümran olma özentisiyle değil.’’

Bu çağın sorunları da bu çağ ile birlikte yıkılıp gidecek hiç şüphesiz. Umut ediyorum ki bu çağın sorunları bu çağ bitmeden yıkılır ve her insan ruhunu beslemek için yavaşlayabilir. Zira insan büyük acılar içindeyken, temel ihtiyaçlarını karşılayamazken DMN sini aktifleştirmek için duramayabilir.

Rümeysa Arslantaş

KAYNAKÇA:

https://www.herkesebilimteknoloji.com/slider/biz-bosluga-bakarken-beynimizin-icinde-firtinalar-kopuyor

https://medicalxpress.com/news/2017-10-scientists-universal-brain-stories.html

Üç Zor Mesele-İsmet Özel

BioNTech, Sinovac, SputnikV..

Bir yıldan fazla zamandır hem ülkemizde hem de diğer ülkelerde bir yandan salgınla mücadele edilirken bir yandan da hızla aşılar geliştirilmeye başlandı. Dünyanın çeşitli merkezlerinde bilim insanları birçok farklı yöntemle aşı çalışmalarına başladı ve hepsinin nihai amacı vücudun bağışıklık sistemine virüsü tanıtmak ve böylece vücutta antikor oluşumunu sağlamak. Bu antikor cevabını sağlamak için bilim insanları aşıyı tasarlarken üç temel yaklaşımı kullandı:

  • Virüsün kendisini kullanmak (inaktif aşılar ve canlı atanue aşılar)
  • Bağışıklık sistemini tetikleyen ya da sadece belirli proteinleri yapmak için talimatlar veren kısımlarını kullanmak (protein temelli aşılar, viral vektör aşıları)
  • Virüsün genetik materyalini kullanmak (mRNA aşıları)

Dünyada hâlihazırda 273 aşı adayı var ancak bunlardan 12 tanesi Faz III aşaması bitmiş/ bitmek üzere olan ve ruhsat almaya en yakın olanlar arasında. Aşı tiplerine geçmeden önce birçok aşı karşıtının kafa karışıklığı yaratmak ve aşının güvenilirliğini azaltmak için başvurduğu ‘’ama hala faz çalışmaları tamamlanmamış ’’ ifadesindeki faz terimin irdelemek istiyorum.

                  Aşı geliştirmek için her aşının sırasıyla beş fazdan geçmesi gerekir. Preklinik fazda aşı olmaya aday kimyasal molekülün belirlendiği insan gönüllülerde denemeler yapılmadan önce laboratuvar koşullarında hayvan deneyleri yapıldığı fazdır. Aşı formülasyonunun hazırlanması, in vivo ve in vitro deneyleri kapsayan bu fazda etkene (antijene) verilen bağışıklık yanıtı araştırılır. Etkin hücresel ve humoral bağışıklık oluşturan, güvenilirliği kanıtlanmış aşılar faz I, faz II, faz III klinik   çalışamalarına  geçer.                  Aşının       farmokokinetik özellikleri, toksisitesi, biyoyararlanımı gibi güvenilirliğinin sorgulandığı faz Faz I’dir. Faz II’de ise aşının klinik etkinliği birçok insan üzerinde araştırılarak aşının güvenliği sağlanır. Ana amacı aşının etkinliğinin kanıtlanması ve yan etkilerinin izlenmesi olan Faz III’te önceki aşamaları geçen aşılar çok daha fazla sayıda insana uygulanarak plasebo kontrollü karşılaştırmalı çalışmalara devam edilir. Faz IV’te ise aşı ruhsatlanır ve kullanımı için piyasaya sürülür. Ruhsatlandırma, hedeflenen başarı oranlarını yakalamış “güvenli” ve “etkin” aşılar piyasaya sürülmeden önce o ülkenin yetkili kurumunca yapılır. Her ülke kendi onay kurumuna karşı sorumludur. Türkiye’de bir aşının piyasaya sürülüp kullanılmaya başlanması için Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu(TİTCK)’nun onayını alması gerekir. Ruhsatlandırma süreleri normal koşullarda aylar hatta yıllar süren araştırma sonuçlarının detaylı incelenmesi ile tamamlanan bir süreçtir ancak pandemi, KBNR tehditleri ve biyoterorizm önlemleri gibi olağanüstü durumlarda uzun süren ruhsatlandırma süreçlerindeki gecikmenin halk sağlığına olumsuz etki yapabileceği öngörüldüğünden farklı ülkeler kendi toplumları için acil kullanım izini olarak bazı kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı yasal düzenlemeleri kabul etmişlerdir. Ülkemizde BioNTech ve Sinovac aşıları ruhsat almış bulunmakta ve Sputnik V için de çalışmalar sürmektedir. Şimdi bu aşıları inceleyelim:

BioNTech :

Alman Biontech Şirketi, New York merkezli Pfizer ve Çinli ilaç üreticisi Fosun Pharma ile bir mRNA aşısı geliştirmek için işbirliğine girdi. mRNA aşısı kavramı bilim dünyasına 1990lı yıllarda girdi. Burada immün cevabı oluşturmak için geleneksel yöntemlerde yapılan virüsün zayıflatılmış veya ölü halini vermek yerine virüse taç (corona) görünümünü veren spike proteinini kodlayan mRNA bölgesi alınarak işe başlanıyor. Labaratuvar şartlarında sentetik olarak üretilen bu mRNA bölgesini enjekte edildiği kişinin hücreleri, bu genetik kodu kullanarak Spike proteini üretir ve bağışıklık sistemi bu proteinlere karşı hızla SARS-cov-2’ye karşı antikorlar ve virüse yanıt veren T hücreleri olarak adlandırılan bağışıklık hücreleri üretmeye başlar. Böylece normalde virüs spike proteiniyle vücut hücrelerimize tutunurken, bu aşı sayesinde immün yanıt hızla oluşabiliyor.

BioNTech ve Amerika menşeili Moderna aşısı bu teknoloji ile üretilmiştir. Bu aşıların en önemli avantajları hızlı bir şekilde üretilebilmeleridir. En büyük dezavantajı ise aşının saklanma koşulları. mRNA teknolojisiyle üretilen özellikle BioNTech aşısı soğuk zincir reaksiyonunun bozulmaması için -70°C’lere varan sıcaklıklarda saklanmalı. Aşağıda Harvard üniversitesinin hazırladığı videoda aşının çalışma şekli kısa bir animasyonla anlatılmış: www.youtube.com/watch?v=TbaCxIJ_VP4

Aşılama sonrası yan etkilere gelirsek genellikle yorgunluk, baş ağrısı, ateş, titreme, kas/eklem ağrısı, aşı uygulanan bölgede ağrı/kızarıklık/şişlik görülebilir. Çok düşük bir ihtimal de olsa tüm mRNA aşısı olanların içinden %2.2 oranında alerji gelişimi, %0.025 oranındaysa anaflaksi gelişmiştir. Anaflaktik şok geçiren kişilerin çoğunluğunda geçmişte alerji veya anaflaksi öyküsü vardır. Bu nedenle alerji öyküsü olan bireyler farklı aşılara yönelebilir.

mRNA aşıları genetiğimizi değiştirir mi?

Sosyal medyada mRNA aşılarının DNA’ya girerek insanın genetik yapısında değişimlere neden olduğuyla ilgili bir iddia bulunmakta. Ancak mRNA çekirdek zarını geçemediği için DNA dizisine ulaşması mümkün değildir. mRNA’ nın insan genomuna entegrasyon riski yoktur. İnsanlarda genom, hücrenin çekirdeğinde bulunur. mRNA sadece sitoplazmaya girebilir. Girdikten sonra, antijenin üretilmesini sağlar ve sonrasında parçalanır. mRNA, bir “gen parçası” değildir; dolayısıyl genoma girip de burada herhangi bir değişim yaratamaz. Konuyla ilgili Almanya’daki Paul-Ehrlich Federal Aşı ve Biyotıp Enstitüsü web sitesinde şöyle deniyor: RNA’nın DNA’ya entegrasyonu, başka birçok faktör olmakla birlikte, farklı kimyasal yapılar nedeniyle mümkün değildir. Ayrıca, aşılamadan sonra vücut hücreleri tarafından entegre edilen mRNA’nın, DNA’ya dönüştürüleceğine dair hiçbir kanıt da yok.” Dolayısıyla bu iddia asılsızdır.

RNA aşısı kanser yapar mı?

Konuyla ilgili bir diğer spekülasyonsa mRNA’ nın genomumuza girerek değişimler yaparak kanser oluşturacağı iddiası. Yukarda belirttiğimiz gibi RNA frajil bir yapıdadır ve çekirdek zarına giremez, sitoplazmada kalır. Bu iddia da asılsızdır.

Sinovac:

Çinli Sinovac firması tarafından geleneksel yöntemlerle üretilen Coronavac aşısı çocuk felci ve grip aşıları gibi, inaktif bir aşıdır. İnaktive (enfekte etme yeteneğini yitirmiş) SARSCoV2’yi insan vücuduna doğrudan enjekte ederek vücutta virüse karşı antikor üretiminin oluşumu sağlanır. Bu aşı güvenli olmakla birlikte üretim aşaması zordur.

Şu ana kadar yapılan çalışmalarda Sinovac’ın ağır hasta ve hastaneye yatış oranını neredeyse tamamen ortadan kaldırdığı görüldü. Ayrıca en önemli avantajı ise yıllardır kullanılan geleneksel yöntemlerle üretildiği için iyi güvenlik profili ve BioNTech’in aksine buzdolabında saklanabilmesi. Türkiye’de yapılan faz III çalışmasının ara değerlendirme sonuçlarına göre aşının etkinliği %91,25 olarak tespit edilmiştir.

Peki her iki aşı da neden iki doz yapılıyor?

Coronavirüse karşı üretilen tüm aşıların iki doz yapılması önerilmektedir. Çünkü ilk dozda antikor cevabı oluşturulmaya başlanırken ikinci dozda antikor cevabının düşmeden uzun süre immün yanıtın devam etmesi amaçlanır. Bu yüzden ilk dozdan ortalama 14-28 gün sonrasında ikinci doz aşının yapılması önemlidir.

                         Halk arasında aşılarla ilgili bir başka endişe ise aşının sağlıklı insanları covid yapacağı iddiası. Bu iddia da tamamen asılsızdır. Onaylanmış veya önerilen hiçbir Covid-19 aşısı, hastalığa sebep olan canlı virüsü içermez. Bunun anlamı, Covid-19 aşısı sizi Covid-19 hastası         yapamaz. Zaten temelde bu aşıların üretilme amacı hastalığı önlemektir.

Sputnik V:

Grip benzeri hastalık yapan bir virüsün (adenovirüs) vektör olarak kullanılarak genetik müdahale sonrası coronavirüs proteini ile desteklenerek insanda bağışıklık oluşturması amaçlanır. Bu viral vektör aşıları; Zika, Chikungunya gibi viral hastalıklara karşı uzun bir süredir faz III aşamasındaydı. Rus menşeili Sputnik aşısı ve Oxford Üniversitesi’nin ürettiği Astra-Zeneca aşısı bu sistemle çalışır. Aşıların içindeki mikroorganizmalar (adenovirüs vb) canlı olmakla birlikte, güçsüzleştirildiklerinden dolayı insanlarda hastalık yapamazlar. Bu viral vektör aşılarının iki tipi vardır. Hücreler içinde çoğalabilenler ve anahtar genleri devre dışı bırakıldığı için çoğalamayanlar. Sputnik V aşısı çoğalamayan viral vektör aşısıdır taşıyıcı virüsün kendisini kopyalamasını sağlayan genetik kodu pasifleştirilir ve böylece vektör virüs hücre içinde çoğalamaz. Uzun süreli bağışıklık için aşının tekrarlanması gerekir. Bu aşıların dezavantajı ise hâlihazırdaki bağışıklık sisteminin bu vektörleri tanıyabilmesi. Yani vücudun antijene değil de doğrudan vektöre tepki vermesiyle sonuçlanabiliyor. Bu da aşının etkinliğini düşürebiliyor.

Şu an ülkemizde ruhsatlandırması yapılan/yapılmakta olan aşılar bunlar. Birbirinden farklı teknolojilerde üretilmiş olsalar da finalde hepsinin yaptığı: antikor cevabı oluşturmak. Ülkemizde de birçok merkezde aşı çalışmalarında ciddi yol alınmış durumda. Bunlardan Ankara Üniversitesi’nde çalışmalarına devam edilen ve heyecanla takip ettiğim adenovirüs tabanlı prototip koronovirüs aşı üretimi projesinde Prof. Dr. Hakan Akbulut ve ekibi SARS-CoV-2 spike proteinini kodlayan gen parçalarını insan tip5 adenovirüsü DNA’sına rekombinant tekniklerle yerleştirilmesiyle oluşan canlı bir viral vektör aşısı tasarladılar. Ayrıca birçok farklı üniversitemizde de inaktif, protein temelli ve mRNA aşı çalışmalarına devam edilmekte. Umarım yapılan tüm bu çalışmalar sonuç verir; pandemi ve koronavirüs kelimeleri tarihin tozlu sayfalarında kaybolur.

Sözlerimi bitirirken maske-mesafe tedbirleri virüse maruz kalma ve virüsü diğer insanlara yayma riskimizi azaltsa da kesin çözüm olmadığını, hangi teknolojiyle üretilmiş olursa olsun salgını durdurmak ve eski normalimize dönmek için elimizdeki en güçlü silahın aşı olduğunu hatırlatmak istiyorum.

Rümeysa ARSLANTAŞ

Kaynakça:

Zayıflama İlaçları ve Bilinmesi Gerekenler

Çağımızın en büyük sağlık problemlerinden olan obezite ve fazla kilolar insan yaşamında hem ruhsal hem de fiziksel sağlık açısından büyük problemler ortaya çıkarmaktadır. Bu problemi aşmak için halk arasında çeşitli zayıflattığına inanılan otlar, ilaçlar, ruhsatlı ve ruhsatsız birçok ürün kullanılmaktadır. İnternette ve halk arasında bu konuyla alakalı çeşitli bilgi kirlilikleri bulunmakta olup biz sağlık çalışanlarının bu konuyu aydınlatmak için üzerine düşen görevler vardır. Hadi birlikte bu konuyu inceleyelim.

Öncelikle nedir bu obezite?                  

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlamıştır. Kilo alımının asıl nedeni günlük alınan kalori miktarının, günlük yakılan kalori miktarından fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Obezite, başta kardiyovasküler ve endokrin sistem olmak üzere vücudun tüm organ ve sistemlerini etkileyerek çeşitli bozukluklara ve hatta ölümlere yol açabilen önemli bir sağlık problemidir. DSÖ tarafından en riskli 10 hastalıktan biri olarak kabul edilen obezitenin, yine aynı örgüt tarafından yürütülen son araştırmalarda kanserle yakın ilgisi olduğu da belirlenmiştir.

Obezite nasıl tedavi edilir?

Obezite tedavisinde amaç, gerçekçi bir vücut ağırlığı kaybı hedeflenerek, obeziteye ilişkin morbidite ve mortalite risklerini azaltmak, bireye yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak ve yaşam kalitesini yükseltmektir. Yeme ve aktivite alışkanlıklarınızı anlamanıza ve değiştirmenize yardımcı olması için bir diyetisyen, davranış danışmanı ve obezite uzmanı dahil olmak üzere sağlık uzmanlarından oluşan bir ekiple çalışmanız gerekebilir.

Obezite tedavisinde kullanılan yöntemleri 5 grup altına toplayabiliriz. Bu yöntemler;

1.Tıbbi beslenme (diyet) tedavisi

2.Egzersiz tedavisi

3.Davranış değişikliği tedavisi

4.Farmakolojik tedavi

5.Cerrahi tedavi

Farmakolojik Tedavi              

Obezite tedavisinde zaman zaman doktorlar tarafından reçete edilen antiobezitan ilaçlar kullanılmaktadır.  Ancak, taşıdıkları önemli riskler nedeniyle bu ilaçların mutlaka sıkı “hekim kontrolünde” kullanılması gerekmektedir. Dolayısıyla, zorunlu nedenler haricinde kullanılması pek tercih edilmeyip ilk başta yaşam tarzı değişiklikleri, diyet gibi yaklaşımlar hastaya önerilmektedir. İlaç tedavisi BKI 30 kg/m² üzeri olan obez hastalarda ya da 27-29.9 kg/m² arasında olan olan hastalarda diyet ve egzersiz ile tedavi hedefine ulaşamamasında tercih edilebilir. Reçete edilen FDA onaylı ilaçları/ Tarım ve Köy işleri Bakanlığı onaylı bitkisel bazlı zayıflama preparatlarına eczanelerden, internet ortamından, hatta aktarlardan kolay bir şekilde ulaşılabilmektedir Ülkemizde de bu durum piyasa haline gelmiş ve insanlarımızın da bu piyasaya rağbeti gittikçe artmaktadır.

Obezite tedavisinde kullanılan ilaçlar obez bireyin iştahını baskılayarak, enerji tüketimini arttırarak, besin emilimine etki ederek kilo vermesini sağlamaktadır. Obezitenin tedavisi için farmakolojik seçenekler arasında lorcaserin, liraglutid, orlistat, kombinasyon halinde fentermin-uzatılmış salma topiramat, kombinasyon naltrekson-bupropion, fentermin, benzfetamin, fendimetrazin ve dietilpropiyon vardır.

Yazımızın bu bölümünde ilaçlara örnekler verilmekte olup bu ilaçları kullanırken hekim kontrolünde ve size önerilen dozda kullanmanız ve ilaçların tek başına ideal vücut ölçülerine ulaşmada yetersiz olduğunu diyet ve egzersizin bu tedaviyi tamamlayıcı nitelikte bulunduğunu belirtmek isteriz. İlacı aldıktan sonra prospektüsü dikkatlice okumanızı ve herhangi bir sorunla karşılaşırsanız hekim veya en yakın sağlık danışmanı olan eczacınızla konuşmanızı tavsiye ederiz. Bu tür ilaçların kişilerde ciddi yan etkiler gösterdiği saptanmış olup herhangi bir yan etkiyle karşılaşmanız durumunda acilen hekiminizle görüşünüz.

Reçetesiz Satılan İlaçlar:

Alli (orlistat):

Yenilen yağların bir kısmını bloke ederek vücudunuz tarafından emilmesini engeller. Alli, kilo vermeye yardımcı olmak veya hali hazırda verilmiş olan kiloları yeniden kazanma riskini azaltmak için kullanılır. Bu ilaç, düşük kalorili bir diyetle birlikte kullanılmalıdır. Orlistat sadece yetişkinlerde kullanım içindir. Xenical, orlistatın reçeteli dayanıklı şeklidir. Alli marka orlistat reçetesiz mevcuttur. Reçetesiz satılan ilaç, Xenical’den daha düşük bir dozda satılmaktadır. Orlistat almak vücudunuzun belirli vitaminleri emmesini zorlaştırabilir. Bir bebeği emziriyorsanız bu vitaminler önemlidir. Bir bebeği emziriyorsanız, bu ilacı doktor tavsiyesi olmadan kullanmayınız.

Alli genellikle bir miktar yağ içeren her ana öğünde günde 3 kez alınır (öğünün kalorisinin % 30’dan fazla yağ içermemelidir). İlacı yemeğinizle birlikte veya yedikten 1 saat sonrasına kadar alabilirsiniz.

Yan Etkileri:

Kramplar, şişkinlik, dışkı inkontinansı, yağlı lekelenme, yağda çözünen vitaminlerin emilimi azaltılabilir. Nadiren: Şiddetli karaciğer hasarı, oksalat-böbrek hasarı.

Diğer reçetesiz diyet ilaçları:

Reçetesiz satılan diyet hapları genellikle kalp atış hızını ve kan basıncını artırabilecek maddeler içerir. Zamanla sürdürülebilecek kilo kaybını sağlamada ne kadar etkili oldukları açık değildir. Yaygın yan etkiler arasında gergin hissetmek ve kalp çarpıntısı yer alır.

Reçeteli Satılan İlaçlar:

Fentermin-Topiramat:

Fentermin-topiramat kombinasyonu, 10 yılı aşkın süre boyunca kronik obezite tedavisinde, kilo kontrolü olarak kullanılan ilaçtır. 14 gün boyunca sabahları günde bir kez kullanılır. Gebelikte, hipertiroidizm, glokom, MAO inhibitörleri alan hastalarda kullanılmamalıdır.

Yan Etkileri:

Psikolojik ve santral sinir sistemi etkileri, nöroljik sorunlar, kardiyovasküler sistem problemleri, mide bağırsak sistemi problemleri, dermotolojik sorunlar.

Belviq XR (lorcaserin):

İştahı düzenlemeye yardımcıdır. Hamilelik sırasında kullanılmamalıdır.

Saxenda (liraglutide):

Kilo kaybını yönetmek için kullanılmaktadır. Bu ilaç, iştahınızı düzenlemeye yardımcı olan bir hormon gibidir; uyarıcı bir ilaç değildir. Gebelikte ya da tiroid kanseri olanlarda kullanılmamalıdır.

Contrave (bupropion ve naltrekson):

Diyet ve fiziksel aktiviteye eklendiğinde kilo yönetimi için kullanılmaktadır. FDA tarafından onaylanmıştır. Bupropion, iştahınızı da azaltan antidepresan bir ilaçtır. Naltrekson genellikle bağımlılık sorunları olan kişilerde narkotiklerin veya alkolün etkilerini engellemek için verilir, ancak aynı zamanda açlığı ve yiyecek isteklerini de azaltabilmektedir.

Xenical (orlistat): 

Yediğiniz yağların bir kısmını bloke ederek vücudunuz tarafından emilmesini engeller. Bu ilaç düşük kalorili diyetle birlikte kullanılmalı ve sadece yetişkinler tarafından kullanılmalıdır. Safra kesesi bozuklukları olanlarda ve hamilelerde kullanılmamalıdır. Orlistat, obezite tedavisinde diğer zayıflama ilaçlarına oranla daha güvenli olması sebebiyle ilk olarak tercih edilen ilaçlar arasında gelmektedir. Diğer zayıflama ilaçlarından farklı olarak, sistemik yan etkilerinin olmaması ve bağımlılık yapmaması orlistatın ayırt edici özelliğidir.  İlaç kullanımının yağ emilimini azaltması sebebiyle eksikliği gözlenen yağda çözünen vitaminlerin takviye olarak alınması önerilmektedir.

Xenical genellikle bir miktar yağ içeren her ana öğünde günde 3 kez alınır (o öğün kalorisinin %30’undan fazlası yağ içermeyen). İlacı yemeğinizle birlikte veya yedikten 1 saat sonrasına kadar alabilirsiniz.

Yan etkileri:

 Şiddetli mide ağrısı, belde şiddetli ağrı, idrarda kan, ağrılı veya zor idrara çıkma.

  Yasaklanan Zayıflama Ürünleri

Fen- Phen Kombinasyonları:

İştah baskılayıcı bir ilaçtır. Bu ilaç kombinasyonu 2004 yılında FDA tarafından yasaklanıp piyasadan geri çekilmiştir. İlacı yasaklanmasının nedeni, etkin maddesinin kalp hastalıklarına ve pulmoner ödeme sebep olmasıdır. ABD’de, bu ilacı kullanan kişilerde, egzersize dayanıksızlık ve sağ kalp yetmezliğini beraberinde getiren pulmoner hipertansiyona olduğunu bildirmiştir.

Fentermin:

İştah baskılayıcıdır. Yapısal bağımlılık yapma potansiyelleri bulunmaktadır. Fentermin ABD’de 1970’lerin başında piyasaya girmiş 2000 yılında ise İlaç Avrupa Birliğinde kullanımdan kalkmıştır.

Sibutramin:

Sibutraminin, vücutta aktif metabolitlerine dönüşüp iştahı baskılayarak, doygunluk hissi vermektedir. Ülkemizde sibutramin etken maddeli ilaçların satışı Ocak 2010’dan itibaren durdurulmuştur. Yasaklanmış olmasına rağmen günümüzde sibutraminin, internet üzerinden “zayıflama hapı” adı altında satışının devam ettiği bildirilmektedir.

2010 yılında Kastamonu’da “zayıflama hapı” kullanan birinin enterit nedeniyle ölmesi sonucu piyasada “diyet hapı” adı altında satılan üç ürün toplatılmış, laboratuar analizleri sonucunda her üçünün de sibutramin içerdiği tespit edilmiş ve her üç ilacın da satışı Sağlık Bakanlığınca yasaklanmıştır.

Sonuç olarak, “zayıflama ürünleri” piyasada en çok talep edilen ürünler arasında yer almaktadır. Türkiye’de olduğu gibi, Avrupa ve Amerika’da da Sağlık Bakanlığının resmi ilaç denetimlerinin dışında kalması nedeniyle, çeşitli ürünler etkinliği ve güvenilirliği hakkında yeterli klinik bilgiler bulunmadan piyasaya sürülebilmektedir. Bu nedenle, “zayıflamak” amacıyla kullanacağınız formülasyonların; etkinlik ve güvenilirliklerinin yanı sıra, ürün kalitesinin uygunluğunu da sorgulamanız gerekir. Çabuk zayıflamak amacıyla asla önerilen dozların üzerinde miktarları denemeyiniz. Ayrıca, bu tip ürünler diyetle alınan vitamin ve minerallerin de emilimini azaltarak, uzun süreli kullanımlarda sağlık için olumsuz etkileri söz konusu olabilmektedir.

Öğr.Ecz. Hatice Özlem UVAT

Öğr.Ecz. Büşra MARAL

Kaynaklar

  1. 2020, drugs.com. https://www.drugs.com/health-guide/obesity.html (26.10.2020).
  2. Karataş E, Obezite Tedavisi, Eczacı Dergisi, 2019
  3. T.C. Sağlık Bakanlığı Reductil (Sibutramin) hakkında, Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü 22.01.2010 tarih 006064 sayılı yazısı.
  4. Kokaçya M.H, ve ark. Sibutramin İçeren Reçetesiz Zayıflama Ürününün İndüklediği İlk Manik Hecme,
  5. Journal of Mood Disorders 2014;4(3):126-9
  6. Giray B. Ve ark. Zayıflama Amacıyla Kullanılan Çok Etken Maddeli Bazı Preparatların Toksikolojik Açıdan Değerlendirilmesi: Fen-Phen ve Usnik Asit, Hujpharm, 2009;29(2):131-148
  7. 2019, erdemyesilada.com. https://www.erdemyesilada.com/tr/article/search.html?q=obezite (20.10.2020).

Oruç Ve Sağlığımız

Oruç Nedir?

Orucun kelime anlamı, Arapçada “savm” olarak ifade edilmektedir. Savm kelimesi yine Arapçada, ”bir şeyden uzak kalmak, kişinin kendini koruması veya tutması” anlamlarına gelmektedir.

Oruç, tan yerinin ağarmasıyla birlikte güneş batımına kadar yiyecek, içecek ve cinsel münasebetten ve ayrıca yalandan, kötü sözden ve kötü düşüncelerden uzak durarak gerçekleştirilen bir ibadettir. Ergenlik çağına ermiş olan tüm Müslüman bireyler, diğer ibadetlerden sorumlu olduğu gibi oruç ibadetinden de sorumludur.[1]

Devamını Oku

Halk İçin Koronavirüs Kılavuzu

YAZARLAR

1 Anıl Mert Çıbık

2 Ebubekir Sıddık Atan

1 Gökçe Öz

2 Nurseda Keleş

  1. Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi
  2. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi
Devamını Oku

COVİD-19

Tüm Dünya gündemini meşgul eden ve DSÖ tarafından pandemi ilan edilen Koronavirüs (Covid-19) hakkında SİHAT olarak araştırmalar yaptık.

Aşağıdaki başlıkları incelediğimiz dosyaya buradan ulaşabilirsiniz:

-COVID-19 VİRÜS AİLESİ VE YAYILMA YOLLARI ?
-SEMPTOMLAR VE BULGULAR ?
-LABORATUAR VE GÖRÜNTÜLEME BULGULARI?
-TEDAVİ ve KOMPLİKASYONLAR?

Devamını Oku

KORONAVİRÜS İLE İLGİLİ MERAK EDİLENLER?

Sağlık Bakanlığında halk sağlığı yöneticisi olarak görev yapan Çağrı Emin ŞAHİN merak edilen soruları cevapladı.

1. Amerika ve İngiltere uçuşları hala açık. Oradan gelen yolcular direkt karantinaya alınıyor mu? Yoksa termal kamerada sıkıntı olmazsa evlerine gönderiliyor mu?

Devamını Oku