Sakarya SİHAT olarak “Yurt İçinde Hekimlik Söyleşileri” adıyla bir gelenek başlatıyoruz. Bu etkinlikteki amacımız ise bize öğrencilik yıllarından itibaren dayatılan ve sıkça tartıştığımız “yurt dışında hekimlik” kadar; yurt içinde hekimliğin avantajlarını, neler yapılabileceğini, kariyer planlaması gibi konuları da konuşmak ve hocalarımıza ilgili sorularımızı iletebilmek.

Bu etkinlikte sistemi medyadan değil sahiplerinden yani hekimlerimizden dinleyeceğiz. Her seferinde başka bir branştan katılacak hekimlerimiz ile yurt içinde hekimliğin tüm detaylarını, merak ettiklerimizi ve “biz ne yapacağız?” kısmını konuşup sohbet tadında etkinlikler gerçekleştireceğiz.

İlk etkinliğimizi Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi üroloji ana bilim dalı başkanı Prof. Dr. Hasan Salih Sağlam hocamızla gerçekleştirdik.

Prof. Dr. Hasan Salih Sağlam: Benim de lise yıllarımdayken aklımda yurt dışına özellikle Amerika’ya gitme hayalleri vardı. Sonra şartlar beni Türkiye’ye yönlendirdi ve eğitimimi burada tamamladım. Amerika’ya giden arkadaşlarım da oldu. İçlerinden, yakın zamanda bir psikiyatrist arkadaşımla görüşmüştüm. “Nasılsın?” diye sorduğumda Amerika’da hayat dışarıdan ne kadar iyi görünse de çalışma şartlarının çok zor olduğunu ve Türkiye’ye dönmek istediğini söylemişti. Özellikle malpractice yüzünden çok ciddi davalar açıldığını ve kendisini ilaç yazmamak için çabalar bir halde bulduğunu söyledi. Şu bir gerçek ki Amerika’da bir insan sağlık problemi olduğu zaman, eğer sağlık sigortası yoksa doktora ya da acile gitmek istemez çünkü orada sağlık sistemi çok pahalıdır. Ambulans hizmetini bile satın almanız gerekir. Kaza yapmışsanız bile orada kimsenin umurunda olmaz yani orda neyi hak etmişseniz onu alırsınız.

Türkiye ise sosyal bir devlet; düzen, nizam daha az ama insanlar daha cana yakın ve yardımlaşma kültürü çok gelişmiş. Bir yakınımız yaklaşık 20 sene Almanya’da yaşadıktan sonra geri dönmüştü. Buradaki insanları, bayramları o samimiyeti özlediğini ve burada iş ararken çektiği sıkıntılara rağmen geri döndüğü için çok memnun olduğunu söylemişti. Kendim de bir dönem Almanya’da çalışmış biri olarak üniversite hastanesinde gördüklerim ve yaşadıklarım beni derinden üzdü. Irkçılık denilen şey maalesef orada çok aktif ve canlı. Daha gümrükteyken gördüğünüz muamele durumu size anlatıyor. Almanya’nın büyük hastanelerinden birine geldiğimde orada çalışan bir Türk arkadaşıma burada işlerin nasıl olduğunu sordum. Kendisi gözlemlerine göre en çok çalışanın kendisi olduğunu, şu an hocası ile arasının iyi olduğunu ancak en ufak hatasında Alman olmadığı için hocasının hatasını asla görmezden gelmeyeceğini söyledi. Hastane yemekhanesinde normalde parasını ödeyenin kartla geçip yemeğini aldığını ancak Alman arkadaşların yabancılarla aynı yemekhaneyi paylaşmak istemediklerini de anlattı. Bunun için idareye başvurduklarını ancak hastanede çok sayıda yabancı uyruklu çalışan olduğu için herkesin buna şiddetle karşı çıktığını ve onların geri adım attıklarını söyledi. Siz böyle bir olayı Türkiye’de düşünebiliyor musunuz? Para karşılığında yemek yediğin, orada çalıştığın yerde Alman olmadığın için seni görmek, seninle aynı masada oturmak istemiyorlar. Tabii oranın iyi yanları da var. Örneğin orada her şey çok düzenli. Türkiye’deki kaos ve kalabalık burada yok. Mesela ameliyathaneye kartla giriliyor ve sadece ameliyatta görevli personel içeri girebiliyor, ameliyat bittikten sonra ise hasta hemen odasına alınıyor. Kamuya açık alanlarda da bir düzen, bir nizam söz konusu. İnsanlar birbirinin hak ve hukukunu gözetiyor, saygı gösteriyor. Bunlar işlerin güzel kısmı ancak oradaki insanlar tarafından gördüğün muamele, mesleğine eğitimine bakılmaksızın, maalesef ki bu güzel kısımları benim gözümde bitiriyor. Yine de bence tüm zorluklarına rağmen, imkan varsa gidelim, görelim, alalım ve dönelim denmeli. Ama giderken amacınız çok para kazanmak olmasın. Çünkü orada yaşam sandığımız kadar kolay değil. Çünkü aldığınız maaş çok değil üstelik kira, benzin gibi ihtiyaçlar pahalı. Ancak biliyorsunuz ki özellikle son dönemlerde Almanya’ya göç konusu çok gündem oldu. Almanya buna bayılıyor çünkü kendi cebinden harcamadan yetişmiş eleman kazanıyor. Biz de elimizdekini göndermeye bakıyoruz. Bunların da farkında olmak lazım. 

“Yurt dışına gitmemize gerek var mı, burada her şeyi sağlayamaz mıyız?” derseniz de buradaki uzmanlığın örneğin Almanya’da alacağınız bir uzmanlıktan kat kat daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Burada yetişen asistanlarımız neredeyse oradaki bir uzman kadar deneyimlidir. Ama unutmamanız gerekir ki insanın her yerde öğreneceği bir şeyler vardır. Mümkünse 1 yılınızı, belki 1 ayınızı başka fakültede geçirin, stajınızı başka bir yerde yapın ya da başka bir ülkeye gidin. Size çok değerli şeyler katacağından emin olabilirsiniz. Şu da bir gerçek ki biz bilim üretemiyoruz. Bilim üretemiyoruz ama onu iyi, belki üretenlerden de iyi, kullanıyoruz. Bunu yaparken devletin de birtakım fedakarlıklarının olduğunu unutmamak gerekir. Biz ne istiyorsak devlet, çok da lazım olmayan şeyleri bile, örneğin ameliyat robotlarını, çağa uymak adına alıyor. Üstelik oldukça masraflı bir iş olduğunu da söylemeliyim. Son zamanlarda insanların çaresizliğinden faydalanan şirketlerin ilaçlara, özellikle onkoloji ilaçlarına, verdikleri erken onaylar ile büyük bir ilaç patlaması yaşanıyor ve devlet bu ilaçları da karşılıyor. Yetmiyor, piyasada çıkan dedikodular sayesinde daha deneme aşamasında olan ilaçlar, örneğin tedavisi olmayan SMA hastalarının ailelerinin kulağına geliyor ve aile yanlış bilgilendirme kaynaklı var olmayan bir ilaca inanıyor, kampanyalar düzenliyor. En sonunda devlet daha deneme aşamasında olan, fayda getirmeyen, çok pahalı bu ilaçların bazılarını da karşılamaya başlıyor. Sonuç olarak bilim bizde üretilmiyor ama uygulama konusunda Türkiye gibi fakir bir ülkenin oldukça cömert olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de eğitimin en zayıf olduğu yerde okumuş bile olsanız, yurt dışına gittiğinizde sizinle aynı seviyede eğitim görmüş insanların sizin yanınızda asistanınız gibi kaldıklarını göreceksiniz.

Başka bir konuya değinelim: ‘Sağlık çalışanlarının üsleri tarafından mobbinge mağruz kaldıkları doğru mu?’ Gençler, bu iş zıvanadan çıktı! Buna tahammül edemiyorum. Bir öğretmen bir öğrenciye dur diyebilmeli. Bu, iş disiplini sağlar. Disiplin olmalı; disiplinin olmadığı yerde iş asla olmaz. Özellikle cerrahi bilimlerde bu biraz askeri hiyerarşiye benzer. Bir gün önce gelen bir gün sonra gelenin kıdemlisidir. O ona emir verir ve diğeri bunu umursamazsa işin ahlakı bozulur. Şimdiki asistanlar “O bana emir veremez, o benden bunu isteyemez.” kafasındalar. Öyle bir şey yok! Eğer böyle bir şey arıyorsanız bırakın bu mesleği. “Kıdemlim/benim büyüğüm beni uyarmasın, fırça atmasın, serviste yürümeyen herhangi bir işten dolayı ceza almayayım” diyorsanız siz mesleği bırakın. Türkiye’de bu söylenen mobbing denen şey bundan ibaret. Kimseyi öyle sopayla dövmüyorlar, koymuyorlar. Öyle bir şey yok! Hoca gerekli görüyorsa birisine ceza vermeyi, vermeli tabiki. Biz de bunu yaşamış birisi ve yaşadığı halde haklı görmüş birisiyiz. Vay efendim Türkiye’de büyükler asistanları mobbing yapıyorlar felan, bu resmen deli saçması! Buna asla itibar etmeyin. As-üs ilişkisinin olmadığı bir yer arıyorsanız, bir cerrahi bilimlerde arıyorsanız yanlış yerdesiniz. 

   Eğer bana sorarsanız şu; okulu orada ya da burada okursunuz ama asistanlığı Türkiye’de yapmanız büyük bir avantaj. Bunu yapıpta oraya gittiğiniz zaman göreceksiniz ki çok çok daha üstündesiniz. Mesela üroloji için, bizim iki yıllık asistanımızın yaptığı işi orada uzman yeni yapmaya başlıyor. O yüzden benim şahsi tavsiyem, gidin görün ama çalışmaya eğer uzmanlığı bitirdikten sonra giderseniz çok fark atarsınız. 

Özellikle son yıllarda sıkça karşılaştığımız ülkemizde sağlık çalışanlarına şiddet hakkında konuşalım.

Burada şımartılmış bir millet söz konusu. Onca ülke gezdim ve bana soruyorlar ki “Türkiye adına ‘en’ olarak ne diyebilirsin?”. Sözüm şu; sağlığa erişim. Sağlığa erişimde Türkiye gibi başka bir ülke yok. Peki bu doğru mu? Yanlış. Adam profesöre baş ağrısıyla gelip diyor ki “Ben muayene olacağım.”. Yok böyle bir şey! Adam saygısız olabilir, adamın böyle yersiz bir talebi olabilir ama buna mahal vermek demek senin emeğine, makamına, yıllarına saygısızlık demek. Böyle bir şey kimsenin ne haddi ne hakkı. Devlet, gözü gibi koruyacağı insanları bu şekilde saçma sapan işlere mağruz bırakamaz, bırakmamalı. Bu çok ciddi bir sorumsuzluk. Almanya’da çalıştığım günlerden bir gün şöyle bir şeye denk geldim: Bir kadın, doktorun kapısının önünde bekliyordu ve kendi kendine saatlerdir bekletildiği için söyleniyordu. Hanımefendiye doktorun odasının burası olduğunu ve kendisinin içeride olduğunu söyledim. Kadın, doktorun kendisinin burada olduğunu bildiğini söyledi. Ve buna rağmen saatlerdir bekliyordu. Ama ne doktorun yanına gitmeye yetltendi ne bu şikayetini ikinci bir şahsa aktardı ne de doktora veya diğer çalışanlara bırak şiddeti herhangi bir şikayet/hakarette bulunmaya tenezzül etti. Türkiye’de olsaydı kıyamet kopmuştu, basın medya çağrılmıştı, edepsizlik diz boyu. Tabi bu bahsettiğim durum da fazlaydı ama o kadın şunu biliyor; öyle ileri geri laf etmeye görsün direkt içeride bulur kendini. Oradaki görevliye, hekime hakaret edeceksin felan, öyle bir şey olamaz. Zaten oraya gelebilmek sorun; aile hekimin seni oraya göndermedikçe ve gerekmedikçe oraya gelmenin imkanı yok. Orada poliklinikte gün boyu bakılan hasta sayısı 10-15. Niye? Çünkü onlar seçilmiş hastalar, mutlaka hocanın/ üniversitesinin görmesi gereken hastalar. Orada önce aile hekimine gidilir, aile hekimi değerlendirir, ondan sonra gelmen gerekiyorsa gelirsin. Ama Türkiye’de kimse aile hekiminin tanımıyor bile. “O bilmez ya!” gibi şeyler söyleniyor. Sen kimsin ya?! Ne haddine senin aile hekimi bilmez demek?! Peki niye böyle? Şımartılmış. Bu, terbiyesizlik. Bu, bilime saygısızlık. Türkiye’deki en büyük sorun bu; bilime saygısızlık. Ben dün poliklinikteydim. 146 hasta geldi ve bu hastalardan belki sadece 10 tanesi benim görmem gereken hastalardı. Peki bu durumun çözümü ne olabilir? Bir irade diyecek ki: Aile hekimine gitmeyen kişi ikinci basamakta sağlık hizmeti alamaz, ikinci basamakta sağlık hizmeti almayan bir kişi üçüncü basamağa gidemez. Tabi bunun için önce aile hekimi sayısı arttırılmalı. Aile hekimliği değerli olacak ki insanlar tercih edecek. İnsanlar onu tercih edecek ki onlar da kendilerini geliştirmek zorunda hissedecek ve belli bir sayıya ulaşınca devlet de diyecek ki “Bundan sonra sağlıkta basamak sistemi uygulanacaktır, ilk basamağında aile hekiminizdir. Muayeneye profesörden başlanmaz.”. Böyle bir usul yok! Çünkü bu sana gelen insanların saygısızlığını getiriyor, senin emeğini değersiz kılıyor. Şimdi mesela bana gelen bu 146 hasta önce aile hekimine 

gitseydi aile hekimi bana bu10 hastayı yollardı. Aksi halde hem kaynak israfı hem vakit israfı. 

Şiddet olaylarının medyaya yansımasıyla alakalı olarak da hani gazeteciliğin klasik bir şeyi vardır; köpek insanı ısırsa haber olmaz ama insan köpeği ısırsa haber olur. Burada böyle bir durumdan söz edebiliriz. Şöyle açıklayayım: Bir günde Sakarya’da 15 bin muayeneye yapılıyor. Bu ne demektir; biz 15 bin testten geçiyoruz. Gördüğümüz her hasta aynı zamanda bizim için bir test. Şimdi vatandaş sizinle ilgili bir kanaat sahibi oluyor. Kendi problemine çare bulabildiniz/bulamadınız, onunla ilgilendiniz/ilgilenmediniz, vs. Her 15 bin hastadan bir tanesi gidip bir gazeteye/televizyona/sosyal medyaya derse ki “Ben filan doktordan memnun değilim, şöyle oldu böyle oldu vs.”, bu bir haber. Ama geriye kalan 14.999 hasta iyi ilişki yürütmüşse bu haber değil. Şimdi sizce bu bir gerçeği yansıtan bir şey olabilir mi? Yani Türkiye’de günde yaklaşık 850 milyon muayene yapılıyor ama 8 tane olay olsa bu bütün ülkenin gündemini meşgul ediyor. Biz de bundan rahatsızız tabi, 8 olay olmasın, hiç olay olmasın. Benim karşıma gelecek insanlar benimle kavga edecek şekilde gelmesin. Öbür yandan, bize gelen kişiyi de yönetmek bizim işimiz. Eğer yönetemezsek her gün kavga çıkar. Siz bir hekim olarak oradaki sorunu görüp hissedip onu büyümeden halletmek zorundasınız.

Yurtdışında ise sağlıkçılar güvende mi derseniz saldırı yapacak insan kolaylıkla yapabilir. Bunu engelleyecek polis jandarma yok, devlet yok. Ama insanların saldırı yapabileceğini düşünmüyorum.

Peki ben neden bu alanı seçtim? Arkadaşlar ben önce dahiliyeci olmak istiyordum. Sonra içimdeki cerrahlıktan dolayı bu fikirden vazgeçtim. Gelişen olaylarla ve öğrendiğim şeylerle dahiliyeden kopmamam gerektiğini ve cerrahlık isteğimden dolayı kendimi üroloji alanında buldum.

Türkiye’de toplasan 5-6 tane falan kadın ürolog var. Almanya’da, Fransa’da durum öyle değil. 

Bahsetmek istediğim diğer bir konu da şu ki: Ülkemizde muayenehane konusunu para için art niyetle kullanan doktor çok oldu. Örneğin devlette çalışan bir doktorun kendine ait bir muayenehanesi var. Hastayı çeşitli söylemlerle oraya yönlendiriyor muayene parası alıyor. Daha sonra ameliyatını devlette yapacağını söyleyerek anestezi uzmanı için, genel cerrah için, hemşire vs. için belli miktarlarda para alarak hastayı ameliyat ediyor. Fakat aldığı parayı söylediği insanlara vermiyor ve cebe atıyor. Bu benim için büyük ahlaksızlıktır. Bu ve buna benzer olaylar çok fazla oldu ve oluyor. 

Genel olarak baktığımızda doktorlara olan saygı azaldı ve devlet muayenehaneleri yasaklıyor. 

Son olarak size tavsiyem;  Önünüzdeki şeyleri iyi öğrenmeye çalışın geriye dönme şansınız olmayacak. Mantığını öğrenin mesele not almak değil. Fizyolojiyi iyi bilin psikolojiyi iyi bilin. Sizin yerinizde olsam bir hobi edinirim. Resim, müzik vs. dil öğrenmenizi tavsiye ederim. Dil eğlencelidir. Keşke bana biri bunu daha önce söyleseydi o dönemlerimde. Ben 6 ayda Rusça öğrendim. Diller birbirine benziyor 1.dil 2.dili; 2.dil 3.dili öğrenmeyi kolaylaştırır.

Hayatınız sadece meslekten ibaret olmasın hayatı sevin. Bir yerden bir şeye başlayın. Dünyanızı büyütün, renklendirin, güzelleştirin. Sadece ders çalışmayın. Öğrenin, hayattan keyif alın.

SİHAT ailesi olarak hocamıza katkıları ve kıymetli fikirleri için teşekkür ediyoruz.