“Dünyaya geldiğimiz günden daha anlamlıdır neden dünyaya geldiğimizi anladığımız gün.”

-Mecit Ömür Öztürk

Eski, kulaktan kulağa aktarılan bir menkıbenin içinde yaşamamakla başlıyor hikayemiz. Ud ve kanunun ahengiyle uyuşmayan bir fon müziği hayatımıza peyda oluyor. Geçmişe olan özlemimiz, bizi hoyratça yaşamaktan olanca gücüyle men ediyor. Sahi, en son hangi sabah uyandığımızda ilk düşündüğümüz dün neler yaptım, neleri yapmadım değil de bugün neleri yapacağım olmuştu? Artık günün uyanışı dünün batışıyla değil içinde dünün bugünde filizlenmesiyle başlıyor. İki kulaklı tavşanla bağladığımızı sandığımız bir geçmiş var parmaklarımızın, dilimizin ve kalbimizin ucunda. Fakat kalbimize bir gemici düğümüyle sımsıkı bağlanan neydi? Hep bir hasret bir yalnızlık ihtiyacı hissediyoruz yeterince tenhaya çekilmemişiz gibi. Gücüm yetseydi eğer bağırırdım “ Uyanın ey insanlar, siz geçen zamana değil kendinize meftun olmuşsunuz! Kaybolan benliğinize zaman beğenmeyi nostalji sanıyorsunuz. O güne dönseniz burun kıvırıp bugüne dönmek isteyeceksiniz. Halbuki değişmesi gereken zaman ya da mekan değil, bugünkü sizsiniz yalnızca.” Fakat ne söylemeye cesaretim vardı ne de bununla yüzleşmeyi göze alacak iradem. İşte tam da bu sebeple, kendimi bilmem için ucu kalbimi gösteren cümleler kuracağım.

Sanıyorum ki yolculukların en meşakkatlisi kendine doğru olandır. Ben de su gibi gidip gelemeyeceğim bir yolculuğa niyetlendim. Yolculuk dediysem yolumu bildiğimden değil. Mecnun yollara düştüğünde Leyla’yı bulmak istemiş de kendini bulmuştu. Bense kendimi bulmak için yolculuğa çıkacağım. Kendime ait bir yol ya da ait olduğum yolu bulma ümidiyle adımlıyorum. Başlamadan önce şairin sözlerini şakaklarıma işleyip suyuma tuz ekliyorum1, aradığımı bulana kadar hiç durmayayım diye. Bu bir define avı olsaydı yolculuk yanıma bıçak alırdım. Şimdiyse yalnızca kalem alıyorum, hatalarımı silmek gibi bir niyetim yok. Usulca üstünü çizip yanına doğrusunu yazacağım. Tıpkı hayattaki gibi, yazdığımız bir cümle mahvoluşumuzu başlatabilir eğer doğru yoldan henüz sapmamışsak. Yolculuğuma başlarken zamanımın yetmeyebileceğini biliyorum, yol üzerinde olmak bana yeterdi. Herkes uyurken koyuluyorum yola. Kendime giden tüm kestirme yollarda yabancılarla karşılaşma korkusu en uzun yolu seçtiriyor. Rotamı unutturmaya çalıştıracak deniz kızlarını duymamak için bir zikir gibi tekrarlıyorum rotamı: Öz, İthaki, Olimpos. Adı ne olursa olsun, sonu ulaşmak istediğim beni karşıma çıkaracak tüm güzergahlar benim yolumdur ne de olsa. Yola çıkmak gerek diyorum sessizce. Aklıma defterimdeki bir dize geliyor: “Doğrulup kalkmak gelir içimden ince bir saatte/ Silkinip atarak ağırlıkları üzerimden. ”2 Bismillah diyip yönü özüme doğru bir adım atıyorum. Öz neydi diye soruyorum kendime. Aklıma yemişlerin içi geliyor. Koyu renkli, kabuklu, yere fırlatsan parçalanmaz ama toprağa emanet edersen mevsimi gelince yemişi oluşturacak. Hassas fakat parçalanamaz, sert fakat güzelliklere gebe. Öz buydu benim imge defterimde. Bu soruyu O. Wild’a sorsam öz tablodur derdi ve Basil hak verirdi. Reşat Nuri’ye sorsam hatıra defteri derdi ve Mürşit Efendi’yle Feride bunu onaylardı. O halde öz, duygu ve düşüncelerin en berrak halidir. Cennette dolaşan Hz. Adem ile Hz. Havva’yı öz olarak nitelendirmek isterdim ama optimist olmayışım beni durduruyor. Öz sadece güzellikten oluşmaz. Öz esasında bir demettir, ama bu demete sadece istediğim çiçekleri ekleyebilir miyim? Sadece istediğim çiçekleri eklersem demetimde nergisin belirebileceğinden korkuyorum. 3 Kendini beğenmişlikten ve kibirden uzak durmam için ruhumu güçlendirmem yeter mi?4 “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. ”5 buyurmuşsa Allah, mesele ruhun sağlamlığı değildi, kibirden uzak olmak düstur olmalıydı. Özüm tevazuyla başlamalı, önce beyaz bir orkide tohumu ekmeliyim toprağıma. Aczimi unutmayarak6 Yaratan’a, doğru kişilerden nasihat alarak7 kula yaklaşmalıyım, dengeli bir insan olmalıyım. İfrat ve tefritten kaçmam gerek, tohumum rüzgardan savrulsa bile zarar görmemeli. Peki denge, demetime ekleyebileceğim bir nitelik mi yoksa demete eklediklediklerimin kendi içerisindeki harmonisi mi? Denge, balans, uyum, harmoni… Bunların hepsi esasında tek başına anlam ifade etmeyen bir tahterevalli. İki ucuna yerleştireceklerim olmadan ne işe yararlar ki? İki uca birbirini besleyen zıtlıkları yerleştirmeliyim. Tahterevallinin dengesini sağlayacak olansa iyi bir insan olma isteğim. Davranışlarımı, düşüncelerimi ve kişiliğimi mukayese etmemi sağlayacak temel taşım iyilik olmalı. Tolstoy’un “Eğer iyiliğin bir nedeni varsa, o artık iyilik değildir; eğer iyiliğin bir sonucu, yani ödülü varsa yine iyilik değildir. Demek ki iyilik neden ve sonuç zincirinin dışındadır. ”8 iyilik tanımlaması bu dünya için kısmen kabul edilebilir olsa da ben Zarifoğlu’nun ve kıymetli ağabeyinin düşüncelerini hayatıma uygulamayı düstur kabul ediyorum. “Eliniz işte, gözünüz oynaşta olsun.”9 Hayatıma öyle güzel oturtabilmeliyim ki tüm hasletleri, bu dünyadaki yolumda karşılığını beşerden beklemeyip sadece Allah’tan beklemeliyim. İyilik yaparken asla karşılıksız denemeyecek, en kârlı bir gelecek kazancı hedeflerken nedensiz, sonuçsuz ve hesapsız demek doğru değil. Fakat; iyilik öyle zarafet ve samimiyetle yapılmalı ki gözümüzün oynaşa kaydığı yol; bu dünya, bize çevrilmiş gözler, kameralar, sosyal medya hesapları asla olamamalı. İyilik sessiz, duru ve etkili olmalı. İyiliği denge noktam kabul ettiysem bunu başarabilmem için sahip olmam gereken birçok özellik var. Örneğin diğerkâm olmalıyım, önceliklerim benden başlamamalı ve kendimden ibaret olmamalı. Peygamber Efendimiz’in söylediği “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”10 hadisini özümle bütünleştirmeliyim. Bulduğum özü koruyabilmek için önüme çıkacak engellerden yılmayacak kadar azimli; bir heves gibi geçiştirmemek içinse sebatkâr olmalıyım. Kararlılıkla devam etmeli ve heyecanla peşinden koşmalıyım. Özümü aramak benim için bir heves olmamalı. İnsan ancak kendini tanıdıktan sonra dünyanın kendine göre konumunu ve kendinin de dünyadaki konumunu anlayabilir. Fakat konum ve öz; bir günde, bir yazıyla, bir ilhamla bulunacak kavramlar değil. Aramak, araştırmak, gezmek, görmek, okumak, deneyimlemek, sevmek ve benimsemek gerek.

Toparlanarak dağılan düşüncelerimin etkisiyle gözlerimin etrafındaki sis kalkmaya başlarken günün ağarmak üzere olduğunu fark ediyorum ve bulunduğum noktaya bakıyorum. Aynı noktaya gelmiş gibi görünsem de özünü görmeye çalışan bir benle karşılaşıyorum. Değişimin çevremden değil de kendimden başlaması gerektiğini bilecek kadar gerçekçi olduğum için ulaştığım ilk sonuca memnuniyetle gülümsüyorum. Ayrıca her ne kadar gürültülü kalabalıktan uzak, tenha diye başladığım evime dönüş yolunda yalnız olduğumu zannetsem de bir yol arkadaşının güvenini yol boyunca arkamda hissetmenin verdiği bir aidiyet hissi yaşıyorum. Aynı ya da farklı yollarda, ortak değerlerle yürüyebilecek dostlar bulmak ve farklıymış gibi gelen yolların, özlerin aslında izdüşümünün aynı olması ne büyük nimetmiş! Annemin beni hep “Allah’ım beni hayırlı insanlarla karşılaştır. ” diye dua etmem için tembihlemesi bu yüzdenmiş demek. Eskilerin dediği evvel refik, bade’l tarik nasihatince refiğe göstereceğim vefa kadar bu yolda ilerleyebileceğim. O halde özüme vefayı mutlaka eklemeliyim. Fakat yalnızca dosta vefa yetmez, yalnızlık Allah’a mahsus ve beşer şaşarsa hem ben refik olmaya layık bir şekilde donanımlı ve muhlis olmalıyım hem de yanında olduğum refik bunlara layık olmalı. Çift taraflı bir uyum hali olmalı ki yolculuk tamamlanabilsin. Özün, sözün, eylemin bir olduğu bir yoldaşla olur bu ancak ve ikna edilmiş kişilerle olmaz.11 İsmet Özel’in ifadesiyle “Her fark ediş bir dönüm noktasıdır. Her dönüm noktası aranılan doğrunun parçasıdır.” diyerek ilk öz yolculuğumdan bana kalana bakıyorum. Uzaktan bir ses geliyor:

“Zaman sanki bir rüzgar ve bir su gibi aksın

Sen gözlerimde bir renk

Kulaklarımda bir ses

Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın. ”

Belki de son buydu. İnsanın kendi doğrusunda hoş bir seda, renk, nefes bırakabilmesi ve buna cesaret edebilmesi…

Kaynakça ve Notlar

1: İsmet Özel, Mataramda Tuzlu Su, Erbain

2: Mahmut Kanık, 1993 Nisan, Saat, Bursa Marmara dergisi

3: Bir efsaneye göre dünyanın en yakışıklı erkeği Narkissos’a tüm kızlar ve hatta periler aşıktır. Narkissos’tan yüz bulamayan perilerden biri Zeus’a yalvararak Narkissos’un cezalandırılmasını ister. Zeus, aşkına karşılık bulamayan perinin bu isteğini kabul eder ve “Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin” der. Narkissos bir gün su içmek için göle eğildiğinde suda kendini görür ve kendine âşık olur. Bu sıra düştüğü gölekte boğulup ölür. Narkissos’un bu ölümü kendisini seven iyi yürekli perileri çok üzer. Sevdikleri yakışıklı adamı sudan çıkarıp gömmeyi düşünürlerken, sudan hiç bilmedikleri, görmedikleri bir çiçek çıkmaya başlar. Periler rengiyle, kokusuyla çok beğendikleri çiçeğe Narkissos adını verirler. Bugün adını Nergis olarak bildiğimiz bu nefis kokulu, güzel renkli çiçeğin adının Narkissos, narsisizmden geldiği söylenir.

4: “Zayıf bir ruh üzerine inşa edilen kibir her türlü zayıflığa yol açar.” Jane Austen, Emma

5: İsra Suresi, 37. Ayet

6: “Seçkin bir kimse değilim/ismimin baş harfleri acz tutuyor/Bağışlamanı dilerim” A. Cahit Zarifoğlu, Acz

7: “Fazla tevazunun sonu, vasat adamlardan nasihat dinlemektir.” İbn-i Haldun

8: Lev Tolstoy, Anna Karenina

9: Cahit Zarifoğlu, Bir Değirmendir Bu Dünya, sy. 27

10: Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71-72

11: “İkna edilmişlerle yola çıkılmaz. Yola inanmışlarla çıkılır.” İsmet Özel

Songül TEKDEMİR