Yeni birileriyle tanışmayı çok seviyorum. Tanıştığım her insanda kendimi keşfediyor gibi hissediyorum çünkü. Bu biraz da karşılaştığım tavra göre nasıl biri olmak istediğimi veya istemediğimi anlama yolculuğum galiba benim. Şu sıralar “… biri olmak istemiyorum “ listeme yeni bir madde ekledim: Üslubu kötü biri olmak istemiyorum. Bulunduğumuz yeri güzelleştirme çabası içinde olmamız gerektiğine inanıyorum. Fark ettim ki bir yeri güzel yapan şey, karşılaştığımız insanların bize karşı olan üslubuymuş. Hayata biraz daha karışmaya başladığımı hissettiğim şu dönemde, daha iyi anlıyorum; insanın halini, neşesini, şevkini çok etkileyen bir kavrammış üslup. Bu farkındalıktan sonra üslubun sosyal hayatımızdaki yeri üzerine düşünmeye başladım, bu kavramı anlamaya çalıştım.

Üslubun karşımıza çıkan ilk anlamları; anlatma biçimi, deyiş ya da yapış biçimi. Kişiyi başkalarından ayıran tarz, eda ve davranış şeklinde anlamları da var. Söz emanettir derler, üslup da emaneti bir başkasına teslim etme şekli olsa gerek. Üsluba kelimenin kıyafeti de diyorlar. Ben bu tabiri de çok sevdim. Tamam, anlamını öğrendik. Peki ya manası? Bence kelimelerin manasına, üzerlerinde düşünmeye vakit ayırdıkça bize bir şeyler ifade etmeye başladıkları o anda ulaşıyoruz. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çok güzel bir sözü var: “Biz evvela kelimeleri öğreniriz. Sonra yaşadıkça teker teker manalarını öğreniriz. ” Bu sözü üstüme aldığımdan beri daha farklı bakmaya başladım kavramlara. Sanki her kavramda insanı da baştan anlamaya çalışmak lazımmış gibi gelmeye başladı. Bu yazı da üsluptaki manayı anlama çabamız olsun. Çıktığımız bu yolculukta uğrayabileceğimiz en güzel rehbere uğrayalım önce: Kur’an’a.

Kur’an’da söz ahlakı ve üslup üzerine bazı incelemeler yapılmış. Bu incelemelerde insanlar arasında kurulacak ilişkide kullanılan on farklı söz çeşidinden bahsediliyor: kavl-i hasen (güzel söz), kavl-i kerîm, kavl-i belîğ (etkili söz), kavl-i ma’rûf, kavl-i leyyin, kavl-i adl, kavl-i sedîd, kavl-i tayyib, kavl-i meysûr, kavl-i sekîl. Amacım bu kelimeleri detaylıca incelemek değil elbette. Meraklıları makalelerden ulaşabilir zaten. Amacım sözlü iletişimin, bu iletişimde kullandığımız üslubun basit bir olay olmadığını fark etmeye çalışmak. Şimdi bu söz çeşitlerinin inceliklerine bakalım biraz. Kavlen ma’rûfa: Kur’an’da kanadı kırık kuş gibi, himayeye muhtaç yetimler ile yakın akraba ve yoksullara karşı söylenmesi istenen güzel söz anlamında kullanılmış. Kavlen meysûra: Akrabalara, yoksullara ve yolda kalmışlara yardım edebilecek imkan olmadığı zamanlarda söylenmesi istenen, gönül alıcı, teselli edici, işi kolaylaştırıcı söz için kullanılmış. Kavlen sedida: Samimi, adil, hakşinas, öze uygun, doğru ve sağlam bir söz demekmiş. Kavlen leyyina: Zalimlerin kalbini yumuşatmak için söylenen etkili söz ve üslup demekmiş. Muhataba göre söz, söze göre incelik var burada. Üzerinde çokça durulması gereken, derdimize şifa şeyler var. Hayret edilesi…

Konuşurken, karşınızdaki kişiye aynı hizadan bakın demişti bir büyüğüm. Mesela muhatabınız bir çocuksa onun göz hizasına eğilin demişti. Şimdi daha iyi anlıyorum bu nasihati de. Konuşurken halimizle de sözümüzle de aynı hizada olabilmek muhatabımızla… İnsanca yaşama gayretimiz içerisinde, bir başkasına şifa olabilmek de bu kilit noktadan geçiyor bence. “Üslub-u beyan aynıyla insan” demişler. Demek ki üslubumuz kadarız bu hayatta. Tabii “Bu incelikli dile nasıl ulaşacağız biz?” gibi sorular dolanıyor zihnimizde bir yandan da. Tanıştığımız güzel insanlar; okuduğumuz güzel kitaplar, çocuk kitapları mesela, üslup derdimizde bize yoldaş olurlar belki. Onlarda bulduğumuz zarifliklerden beslenerek yol alırız. Sonra da son okuduğum çocuk kitabındaki bu güzel alıntı gibi, eskiden olduğumuz o kişi olmayız artık belki: “Yol böyledir. Yolcu yola çıktığında eskisi gibi kalamaz. İstediği ya da istemediği sayısız şey üzerine eklenir. Mesela yolda bir çiçek görür, onu koklar. O kokuyu içine çekince artık eski kişi değildir.”

Elif KILINÇ