Küçük bir limon ağacının yanında durdum düşünüyorum. Buram buram limon çiçeği kokuyor. Saçlarımdan yağmur damlaları akıyor. Alabildiğine yağan bir sağanağın altında, olsa olsa boyum kadar olabilecek bir limon ağacının yanındayım.
Nasıl bu kadar görmez, duymaz, nasıl bu kadar anlamaz, gaflete teslim olabildik/hala da böyleyiz bilmiyorum. Bizlere emanet olan hiçbir şeye sahip çıkmadık, çıkmıyoruz. Ağaçlara, ormanlara, piknik yerlerine, sahillere, denizlere.. Tepelercesine kullandık, adeta dünyada hatta evrende tek başımıza yaşıyormuşcasına yıkıp geçtik asla arkamıza bakmadık. Ağaçları kesip AVM yaptık. Gezmelere de doyamadık. Ormanlarda ateş yakıp arkamıza bakmadan çekip gittik, eğlencemizden geriye kalan ateşten içinde yaşayanlarla birlikte bir orman yandı. Denizlere petrol döktük, fabrika çöplerini attık, plastik ambalajlarımızı, poşetlerimizi attık şimdi ise denizler kusuyor; poşetlerimizi yiyecek sanan hayvanlar plastik poşetleri yemeye çalışırken öldüler. Sahillere ne kadar içecek şişesi varsa attık, cam olanlar ayağımıza battı. Yine sahillere ne kadar izmarit varsa doldurduk denizde yüzerken elimize izmarit dolaştı.
Kendini korumaya gücü yetmeyen, farkındalığı olmayan ‘her şeye’ zulmettik. Zulmetmediysek kulağımızı gözümüzü kapadık, içimiz hiç acımadı. Avusturalya’da hayvanların yandığını haftalarca izledik ama hiç merhamet hissetmedik. Belki merhamet onları kurtarmaz ya da geri getirmezdi ama bize insan olduğumuzu hatırlatabilirdi. Çok önce unuttuğumuz insanlığımızdan söz ediyorum yani. Çocuklar yıllardır açlıktan ölüyor biz mükellef sofralarımızın başında onları bir kez bile hatırlamadık.
Böyle böyle insanlığımızı unuttuk, merhamet neydi unuttuk; belki yan komşumuz sabaha kadar kocasından dayak yerken uyuyabilmek için kulağımıza yastığı kapattığımız gün unuttuk veya sokağın ortasında öldürülen bir kadını kurtarmak yerine onun videosunu çekmenin peşine düştüğümüz gün insanlığımızı unuttuk. Çocuklar bazı şeyleri farkında olmadan yapabilirler; bir kediye sataşan çocuğumuza gülerek aferin bi tane de tekme at dediğimiz an insanlığımızı unuttuk.
Şimdi ise tüm Dünya olarak bir pandemi kabusuyla yüz yüzeyiz ve çaresizlik hissimizi hiçbir şey tarif edemiyor. Halbuki biz korona virüse hiçbir şey yapmamıştık o neden bizi ve sevdiklerimizi öldürmekte ısrarcı anlamıyoruz öyle değil mi? Sokakta bile maske takıyoruz, doyasıya bir hava alamıyoruz öyle değil mi? Yaz geldi ama toplaşıp sahile gidemiyoruz değil mi ? Halbuki ağaçlar da bizlere zarar vermediler, kediler, ”filler” ve denizler de öyle. Onlar masumdular. İfade etmek istediğim şey yaptıklarımız yüzünden Tanrısal bir ceza yaptırımının içinde olduğumuz değil; Tanrısal (veya adına ne söylemek isterseniz) bir farkındalık sürecinde olduğumuz. Yani fark etmemiz gerek şeylerin olduğu. AVM’ler tepemize yıkılmış kadar oldu, tüm beton yığınları havasız, mikrop yuvası bir tehdit artık bizim için. Fark etmemiz istenen şey şu ki; şimdi yüzümüzde maskeler, içimizde ölüm korkusu ve her zerrenin virüs potansiyeli olma kuşkusuyla başımızı alıp gideceğimiz tek yer DOĞA.
Tertemiz havayı içimize çekebiliyorsak sebebi doğa.
Denizin iyotlu kokusunu duyabiliyorsak sebebi doğa.
Hala domates yiyebiliyorsak, bir çiçeği koklayabiliyorsak sebebi doğa.
Korkmadan ulaştığımız tek yer doğa.
Yinelemek gerekirse bu vaziyetimiz bir ceza değil bu uyarıcı bir Mesaj esasında! Ne olursa olsun orman, deniz ,toprak bizi sorgusuz kabul edecek! Onlara saygısızlık yaptığımızda ise bedelini pek sevdiğimiz betonların içine hapsolarak ödeyeceğiz. (Hiçbir doğal şey kalmadığı için temelli betonlara hapsolmaktan söz ediyorum.)
Umarım düşünür, akleder ve kendimize geliriz.
Umarım doğa, ormanda yanan/canını yaktığımız hayvanlar, umarım bizim pisliğimizle dalgalanan deniz ve aç uyuyan çocuklar bizi affederler.
Ve ben hala Küçük bir limon ağacının yanında durdum düşünüyorum. Saçlarımdan yağmur damlaları akıyor. Alabildiğine yağan bir sağanağın altında, olsa olsa boyum kadar olabilecek bir limon ağacının yanındayım.
Nasıl bu kadar görmez, duymaz, nasıl bu kadar anlamaz, gaflete teslim olabildik ve nasıl hala da böyleyiz bilmiyorum, bilmiyorum.
İrem KILIÇ